Kamyon, Cinayet ve Özgürlük

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Jin-ho Argyros
Tremere
Mesajlar: 7
Kayıt: Pzr Eki 19, 2025 2:12 pm


Dikiz aynasından arkasına bakmaktan yola konsantre olmakta zorlanan Cengo, arabanın içindeki kuru gürültüyü bastırmak için müziğin sesini olabildiğine açmıştı. Arka taraftaki camlardan biri, bir karış kadar açıktı. Ensesine vuran rüzgarın hissini sevdiğinden, rüzgarın içeriye sızdıkça bıraktığı uğultulu sesi umursamadı. Emre'nin önceki gece partilerken klanındakilerle yaptığı kızgın bir tartışmayı tekrar tekrar anlatırken, Cengo'nun onayını beklermiş gibi bir edayla cümle cümle vurgu yapmasına takılmadı; konuyla ilgilenmiyor ve bilmek istemiyordu. Yine de tatsızlık çıkaracak kadar da umursamadı. Emre, henüz birkaç yıl önce Boğaziçi yıllarında kucaklanmış bir Brujah'dı. Bir grup vampirle birbirlerine kanla bağlı olduklarını biliyordu. Vampir olmayı sex, oyun ve saplantılı aşklar yaşamak sanıyorlardı. Ah şu zamane gençleri, diye düşündü. Tabi, bunun bir önemi yoktu, Cengo için ağzı sıkı olabilecek herkes dostuydu. Bu genç de ağzını sıkı tutabileceğini birkaç sefer kanıtlamıştı.

Diğer iki kandaş biraz daha aklıselimdi. Yol boyunca operasyon ile ilgili konular haricinde pek konuşmadılar. Her ikisi de bir süredir piyasadaydı, aynı hücrede örgütlenmişlerdi. Cengo, liderleriyle daha sık konuşurdu, ama bu iş için bu ikisinin daha yararlı olabileceğini söylemişlerdi.

Gecenin karanlığı üstlerine çöktükçe çöktü; bir saat önceki kadar çok far ışığı görünmüyordu artık. Plan çoktan hazırlanmıştı, ama hiçbir zaman işler planlandığı gibi gitmezdi ve planda da doğaçlama değişiklikler yapılması arz ederdi. Bu kez de öyle oldu, takip ettikleri kamyon rotadan sapıp farklı bir ara yoldan devam etmeye başlamıştı. Cengo nedenini bilmiyordu, belki de kamyonun gideceği depo şehrin biraz daha dışındaydı. Belki de takip edildiklerini fark etmişlerdi ve onları test ediyorlardı. Bu durumda hızlı olmakta fayda vardı. Sebebi her neyse, bu hiç de kötü bir gelişme sayılmazdı; önceki yoldan çok daha ıssız bir güzergahta devam etmeye başlamışlardı.

"Plan değişikliği, operasyona hemen başlıyoruz." Dedi. Gözleri kocaman açıldı, önünde giden kamyonla telekinetik bir bağ kurdu. "Hilmi, tut dostum sen şu dümeni bir. O sigarayı da söndürsene, başlayalım artık, gerim gerim gerildik zaten." Diye açıklamaya devam ederken, kazağını iyice yukarı çekiştirdi.

Bir anlık bir sessizlik oldu. Nefesler tutuldu, sigaralar söndürüldü ve camlar kapandı. Cengo'nun gözleri belli belirsiz parlarken ağzı gerim gerim gerildi; koca kamyonu durdurmak kolay değildi. Kamyonun kaza yapmasını istemiyordu, onu tamamen durduracak ya da havaya kaldıracak bir güce sahip değildi, ama odağını kamyonun tekerleklerinde topladı ve gittiği yönün tersinde çekmeye çalışarak hızını azar azar kesmeyi denedi. Şoförün şaşkınlığını kamyonun bir anda zigzaglar çizmesinden anlayabiliyordu. Adam hız kestikçe aracın kayışları koptu sanmış olacak ki bir süre sonra sinyal vererek yolun kenarına çekmeye karar verdi. Cengo, dümeni tekrar eliyle yakaladı ve yavaşlayarak kamyonun önünde durdu. Bu talihsiz sürücüye 'yardım' etme zamanları gelmişti.

Aracın dört kapısı bir anda açılırkenden hızla aşağıya inen bu dört kandaşın gözleri bir maskeyle örtülüydü. "Özgürlük için dostlarım." Dedi Cengo ve gecenin içinde adeta kayboldu. Evet, her şey özgürlük içindi. Birileri ölmeden birileri yükselemez, birilerinden çalmadan adalet de sağlanamazdı; işte öyle bir dünyaydı yaşadıkları. Attığı her bir adımda, içinde sıkıştığı kozalak çatım çatım çatlıyor gibi hissetti. Şoförün boynunu ustaca çevirdiğinde ise kanatları artık görünmüştü. Bu sadece bir başkaldırı değildi, bu bir mesajdı. Ne yaptığınızı biliyorum diyordu, ve neden yaptığınızı. Şoförün boynu çatırdadıkça çatırdadı, direnmek ve savaşmak istiyordu ama en ufak bir şansı bile yoktu. Bazı şeyler için savaşmaya güç gerekmiyor muydu zaten? Güçlü olmak da akıl ve kalbinle kazandığın bir lanetti; yıllarını senden alır götürür geriye de çoğu zaman hiçbir şey vermezdi. Beden hareketsizce ellerinin arasında kaldığında, gözlerinde hüznün küçük bir belirtisi vardı. Ustaca işlenmiş bir cinayetti bu; ne bir parmak izi ne de bir damla kan vardı.

"Götürün şunu arabaya." Dedi. Cesetle ne yapacağını daha sonra düşünecekti. Kendi kamyonunun arka kapısı açıldı. İçeriye önce ceset, sonrasında da kamyonda bulunan diğer her şey atılmıştı. Tüm bunlar sadece beş dakikanın içinde tamamlanmıştı. Bu süreçte ne bir araba ne de bir kameranın izi yoktu. Soyulan kamyon, karanlığın içinde öylece bırakıldı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Leon Mavrokordatos
Yek
Mesajlar: 7
Kayıt: Cmt Eki 18, 2025 7:23 pm

Leon olay mahaline herkesten önce vardı. Motorundan indi. Konstantinopolis'de insan ve makinelerin trafiği geceleri de devam ediyordu. Motor onların arasından sıyrılmasına olanak sağlıyordu. Bu aletler ona atları hatırlatıyordu, yalnızca estetik olarak değil, vahşilikleri bu ikisi arasında spiritüel bir bağ varmış gibi hissettiriyordu. Leon bir süvari olarak yetiştirilmişti, atların çağı kapandığında hızla ilerlerken yüzüne vuran rüzgarın ve o yalancı özgürlüğün tadını, tekrardan, motorlarda buldu.

Teslimat saati gelmeden ve dolayısıyla kamyonun geciktiği anlaşılmadan önce, bir terslik olduğunu ilk fark eden trafik polisleri olmuştu. Öylece kenara çekilip bırakılmış, dörtlüleri yanar vaziyette boş bir kamyon. Telsizden anons geçildiğinde bilgi, telsizleri anbean takip eden Bravo ekibinin üyelerine ulaştı, bugün bir teslimat olduğunu bilen ekip üyeleri güzergahı kontrol edip ekip liderleri Svetlana'ya haber verdi. Svetlana'da Leon'u aradı. O ve diğer ekip liderleri de yolda olmalıydılar.

Alfa, Delta ve Bravo. Bu sistemi İkinci Dünya Savaşında kullanmaya başlamış, o günden beri de geliştirmekteydi. Bugün buraya bu kadar erken ulaşmasını sağlayan Bravo ekibi, dünya ile her türlü etkileşimlerinden sorumluydu. Onlar kameraları izler, kayıtları alır ya da yok eder, telsizleri dinler, doğru kişilere rüşvet verir, doğru kişilerle ittifak yapar, istihbarat ağını kurar ve yönetirlerdi. Delta ekibiyse saha ekibiydi, kalabalıklardı, çoğunluğu insanlardan oluşuyordu. Güvenlik görevlileri, paralı askerler, keskin nişancılar... Delta ekibi kendi başına ufak bir orduydu. Alfa ekibi ise tamamen Kandaşlardan oluşan tek ekipti. Onlar Leon'un operasyonel gücüydü. Yalnızca en önemli ve tehlikeli işlerle ilgilenirlerdi. Her ekibin bir lideri vardı ve bu ekip liderleri Leon'un güvendiği dostlarından oluşuyordu -aralarında genellikle bir abi kardeş yahut usta çırak ilişkisi olsa da Leon onları kader dostları olarak görmeyi tercih ediyordu-. İstanbul'a döneceği belli olduğu gibi ekip liderlerini belirlemiş ve onlarla birlikte İstanbul'da yönetecekleri organizasyonu kurmaya başlamışlardı. Henüz burada yeterince vakit geçirmemişti, eksikleri vardı, fakat her geçen gün daha kalabalık ve daha organize hale geliyorlardı.

Polisler onu görmüyorlardı. Etrafta rahatça gezerek işine yarayabilecek bir şeyler aradı. Hiç ceset yoktu, ya da kan izi. Parmak izi analizi isteyecekti, fakat bir sonuç çıkacağını sanmıyordu. Bir durup Camarilla'ya ve yöntemlerine küfretti. Kamyon İtalya'dan, üst düzey bir Camarilla bürokratının fabrikasından geliyordu. İçi o fabrikada üretilmiş, en modern orduların bile elinde olmayan kalibrede silahlarla, bombalarla, çelik yeleklerle ve her türden aletle doluydu. Camarilla kamyonları güvenlikle göndermenin daha dikkat çekici olduğunu düşünüyordu ve işlerini gizlilikle halletmeyi tercih ediyordu. Bu sebeple kamyon sır perdesi dışında herhangi bir şeyle korunmuyordu. Şoför bile ne taşıdığını bilmezdi.

Bu kamyonun akıbetini öğrendiği gibi Delta ekibini Camarillanın isteklerini umursamadan, diğer kamyonların kontrolü için yönlendirmişti, diğer hepsi güvendeydi. Bir şekilde, yalnızca bu kamyon açığa çıkmıştı. Bunu yapmaya kimin cesaret edebileceğini bilmiyordu. Konstantinapolis sürgünü sırasında şehir politikası da, şehrin aktif oyuncuları da oldukça değişmişti. Bu şehri artık iyi tanıdığını söyleyemezdi. Baş belası Anarchlar Anadolu Yakasında şehrin hakimi kendileriymiş gibi kafalarına göre takılıyorlardı. Salubriler ve Haqim'in çocukları kontrolsüz bir şekilde şehre doluşmuş, Ashirra sancaklarına secde ediyorlardı. Şehrin kalabalığına sığınmış pek çok kandaş, kendisini Prens'e hiç sunmadan orada burada yaşayıp gitmeye çalışıyordu. İnce kanlılar her yerdeydi. Küçük küçük mafyalar, örgütler, organizasyonlar, şu kendine Kurtuluş Hareketi diyen solcu mankafalar... Şehir kargaşanın içerisindeydi. Buraya "Müfettiş" olarak dönebilmesini de bu kargaşaya borçluydu gerçi. Yumruğunu masaya vurabilecek, kuduz bir köpeği şehre salmanın iyi bir fikir olduğuna kanaat getirebilecekleri kadar kontrolden çıkmıştı her şey.

Diğer ekip liderlerine zorluk çıkartmamaları için polisleri uzaklaştırdı. Yakında gelirlerdi herhalde. Kamyonun içini iyice aradıktan sonra biraz da dışarıdaki izleri takip etti. Kamyon buraya geliş yolunda yerde tekerlek izleri bırakmıştı. Arabada mekanik bir problem yaratmış olabileceklerini düşündü, lastikler zorlanmıştı ve şoför kenara çekmişti. Başka herhangi bir iz yoktu, zorlama olmamıştı, çatışma çıkmamıştı, kimse hiçbir ses duymamış, hiçbir şey görmemişti. Profesyonel bir iş.

Tekerleklerden birinin arkasında olduğu için şimdiye kadar gözünden kaçmış bir detayı fark etti. Bir anahtarlık, şöyle bir eline aldı. "Turuncu Marangoz" isminde bir dükkanın tanıtım için yaptırdığı bir anahtarlığa benziyordu, fazla spesifik. Bu işi bırakanlar gerçekten böyle bir dikkatsizlik yapmış olabilirler miydi, yoksa bu bir tuzak mıydı? Şimdilik emin olmak mümkün değildi. Telefonundan mekanı arattı, Ataşehirdeydi. Telefonuyla anahtarlığın fotoğrafını da çekti cebine koymadan önce. Yalnızca iki anahtar asılıydı üstünde. Parmaklarını anahtarların üzerinde gezdirip odaklandı.

Hem ölümlüler hem de ölümsüzler eşyaların üzerinde iz bırakırlardı. Bu eşyayla bağları ne kadar derinse, o kadar güçlü bir iz. Doğru tekniği bilen bir zihin bu izi sürebilirdi. Leon gerçek bir tazı, gecenin en tehlikeli avcılarından biriydi. Tüm detaylarıyla anahtarı kavradı. Parmaklarıyla fiziksel olarak, gözleriyle estetik olarak ve zihniyle varoluşsal olarak. Gözlerini kapattı. Anahtarlar ve anahtarlığın idesini kendinden ayırdı. Odağını arttırdı ve gecenin içinde ancak koklamak diyebileceği bir şey yaptı, kendi zihniyle cansız bir eşyanın ince hafızasını yırtıp açtı. Orada bir isim buldu. "Talip Erdoğdu."

Bu adı ilk defa duyuyordu. Eline iki ipucu geçmişti böylece. Bir isim ve bir dükkan. Bu bir tuzak olsa dahi fark etmezdi. Takip edilebilecek herhangi bir şey. Leon bu şehrin müfettişiydi artık, onun şehrinde ondan çalan her kimse üzerine beton dökülmüş bir halde İstanbul Boğazının soğuk ve azgın sularının dibinde geçirecekti sonsuz ömrünün kalanını. Bunu sağlayacaktı.



Kullanıcı avatarı
Alkan Batın
Yek
Mesajlar: 3
Kayıt: Pzr Eki 19, 2025 10:27 am

“Bir kızıl goncaya benzer dudağın, açılan tek gülüsün sen bu bağın…”

Karanlıkta oturmuş ve teypte çalan şarkıyı dinlemekteydi. Zulasından çıkardığı eski Camel paketinden bir dal sigara çekmiş ve dudaklarına yerleştirmişti. Ancak sigarayı henüz yakmamıştı, dakikalardır karanlığın içine gözlerini dikmiş; öylece duruyordu. Şarkı sona erdiğinde tekrar başa sarıyor; tekrar dinliyordu. Dingin sularda hafifçe salınan bir kayık gibi sakin zihninde sadece bir düşünce -belki de bir sitem?- büyümekteydi. Seneler birbiri ardına ve onun için pek de değişmeksizin akıp giderken yalnızlığı derinleşiyordu. Seneler yeni bir şey getirmiyor, getirmediği gibi vaat etmiyordu bile. Teknik ilerliyor ama varlığın doğası, eski tabirle eşyanın tabiatı hep aynı kalıyordu. Söz gelimi öldürme teknikleri, yıkım teknikleri, mahvetme teknikleri, işkence teknikleri hep gelişiyordu; doğru fakat bu tekniklerin gelişmesinin ardındaki arzunun değiştiğini kim iddia edebilirdi ki? O en köklü dürtü, bâkiydi. İnsanlar kendi binlerce yıllık iç savaşlarında birbirlerini mağlup edebilmek üzere daimî bir yarış içerisindeydiler. Hem de ne uğruna? Vampirlerin kadim amaçlarında ilkel bir silahtan öteye geçmeyen şeyler için: Para, doğal kaynak, iktidar… Ama o, farklıydı. Efsun farklıydı. O kendi türünün bayağılığından ariydi. Hâlâ mı? Onu düşünmeye ne kadar daha devam edeceksin Alkan? Kendi kendini yanıtladı: Kahrolana dek. Başka bir soru yankılandı zihninin kadim ve tenha salonlarında: Ne zaman kahrolacaksın Alkan? Hışımla yanıtladı: En azından şimdi değil, yeter artık, sus.

Kapı iki defa tıklatıldıktan sonra bir adam içeri seslendi: “Efendim, haber var. Bravo’dan.” Alkan teypteki kaseti durdurdu ve sigarasını yaktıktan sonra ayağa kalktı. “Aracı hazırla Onur, birkaç dakikaya geleceğim. Sevda’ya da haber et, o da bizimle olacak.” Kapının ardındaki adam anladığını belirterek görevinin başına döndü. Alkan viski kadehi ve sigara paketini üstüne koyduğu sehpaya baktı, orada siyah beyaz bir fotoğraf vardı. Fotoğrafta duru bir güzelliğe sahip bir kadın gülerek poz vermişti. Fotoğrafı alıp ceketinin iç cebine koyduktan sonra duman altı olmuş odanın kapısını açtı ve aydınlık koridora çıktı.

Yol boyunca Onur, Bravo ekibinden gelen bilgileri aktardı. Teslimat zincirindeki bir halka kopmuştu. Durumun toparlanması gerekiyordu. Alfa ekibi olarak kendileri de olay mahallinde olmalıydılar – keza onların görevi buydu: Ya ortalığı fena hâlde dağıtmak ya da fena hâlde dağıtılmış ortalığı temizlemek. Aracın arka koltuğunda gözlerini kapatmış ve zihnindeki sükûneti tekrar yakalamak isteyen Alkan, Sevda’nın bakışlarını üzerinde hissederek gözlerini hafifçe araladı ve kıza baktı. Yirmi beş yaşında olmalıydı. Güzel ve genç bir kadındı. Efsun kadar mı? Derin bir nefes alıp başını iki yana salladı ve Sevda’dan gelecek “Bir şey mi oldu efendim?” sorusunu savuşturmak için Onur’a seslendi: “Evlat, eğer sahada sana ihtiyacım olmazsa bu gece ofise git ve Leon Bey’in gönderdiği yeni ekipmanların envanter kaydını yap.” Onur şoför koltuğunda; gözlerini yoldan ayırmadan başını hafifçe yana çevirdi ve emri onayladı.

Polis kordonuna geldiklerinde Sevda’ya araçta kalmasını işaret edip Onur’u da yanına alarak çoktan kaza mahalline gelmiş Leon Bey’in yanına gittiler. Alkan içten bir saygıyla Leon’un karşısında başını eğerek selam verdi. “Üstat… Emrine âmâdeyim.”
Kullanıcı avatarı
Svetlana Morozova
Ventrue
Mesajlar: 4
Kayıt: Cum Eki 24, 2025 1:05 pm
İletişim:

Svetlana, otel odasının penceresinden içeriye giren ay ışığının aydınlattığı odada, birlikte bulunduğu Percival Vance ile vücutları aynı sıcaklığı paylaşıyordu. Svetlana'nın ekibinde hem kilit personellerden biri hem de partneri olan Percival ile... Svetlana tam dişlerini Percival'ın boynuna dayamış, ısıracakken telefonun tiz sesi o anı böldü ve bir anlık tereddütten sonra Svetlana Percival'ın dudaklarına bir öpücük kondurdu ve nazikçe Percival'ın üstünden çekildi. “Bekle, çok uzun sürmez,” dedi.

Telefona bakınca Bravo ekibinden birisi Svetlana'ya kısaca olayı anlatmıştı. Bir teslimat kamyonu durdurulmuş, yükü boşaltılmış ve şoföre ulaşılamıyordu... Svetlana dinlerken bir yandan gözleriyle Percival'ı yokladı ve “Leon’u ve diğerlerini bilgilendirin” dedi. Sesi her zamanki gibi soğuk bir şekilde devam etti: “Olay yerinin kameralarını kilitleyip kayıtları toplayın ve sahayı tutun. Ben yoldayım, varırım yakın bir süreye.” diyerek telefonu kapattı.

Telefonunu kapattıktan sonra Svetlana, Percival'a doğru aşağıya geri baktı ve yataktan kalkarak, "Bu olay bitmeden dönmeyeceğim. Kısa sürmez, geceyi burada geçirmek senin seçimin," dedi. Svetlana, paltosunu arkasına geçirirken, eldivenlerini taktı ve pencereden İstanbul’un karanlığına baktı. Uzun süredir bu şehirde olmasına ve İstanbul'un en bilinen yerlerinden tutun tenha yerlerine kadar görmüş ve gezmiş olmasına rağmen, hala İstanbul’a bir türlü ısınamamıştı ve bu şehir ona sürekli yabancı kalmıştı. İstanbul’un sokakları arasında yürümek, Svetlana için belirsiz bir tehdidin peşinde koşmaya benziyordu. Her köşe başında bir sır, her gölgede bir ihanet pusuya yatmış gibiydi. Bu şehir ona hiçbir zaman evini hatırlatmıyor; aksine, sürekli tetikte olması gereken bir savaş alanını andırıyordu. Bu savaş meydanında ölüp de ihanet ve kötülük yapmayan kimseler, ya iyilik meleği ya da çok daha derin planları için maske giyen kimseler gibi geliyordu ona...

Hazırlandıktan sonra, son kez otel odasından çıkmadan önce Percival'a,
"Olaylar bittiğinde son derlemeyi sen hazırlarsın," diyerek odayı terk etti ve kendi SUV tipi aracına doğru gitti.

Aracıyla sokak lambalarının arasından kıvrılarak ilerlerken Svetlana düşüncelerini hızlıca sıraya soktu. Her komut bir notaydı; her notaysa bir ritüelin parçası. Kısa bir süre içinde Bravo ekibinin raporları eline ulaştı. Yolda geçen birkaç dakikada, şehrin farklı sesleri kulaklarına geliyordu; motorun uğultusu, uzak bir köşeden gelen kedinin miyavlaması, köpeğin havlaması ve ara sokaklardan gelen sesli adımlar. Hepsi normal görünse de Svetlana, normalin bu şehirde en güvenilmez perde olduğunu çoktan öğrenmişti. Normal denilen şey geceleri geçerli değildi.

Svetlana olay yerine yaklaştığında, ekiplerin üyeleri ve yolu kapatan araçların farları uzaktan görünüyordu ama Svetlana arabayı tam bölgeye sokmadan aracını olay yerinin dışında bıraktı.

Olay yerine vardığı anda ilk işi, sahayı incelemek değil, aslında bir nevi yazılı olmayan kural olan Leon’un yanında durmaktı.
Olay yerinde Leon’u aradı.Leon onu fark ettiğinde, arkasında bir grup farklı ekip üyesi kısa kısa konuşuyor ve olay yerini inceliyordu. Svetlana yaklaşınca, Leon ekip üyelerinden başını kaldırdı ve
“Svetlana,” dedi, “Geldin.”
Svetlana durdu,başını hafifçe eğdi. “Elbette geldim, Leon.” dedi net bir şekilde ve “Olay kötü görünüyor,” diyerek Svetlana, Leon'a anlamlı bir bakış attı. "Tek yönlü yol anlamında... İçine girdik mi, geri dönüş yok. Sadece nereye çıkacağını ve nereye bağlanacağını merak ediyorsun..." Kafasını bir anlığına tıra doğru çevirdi ve sonra geri Leon'a çevirerek, "En azından içime doğan bu," dedi Leon'un gözlerinin içine doğru bakarak.
vodka vodka cyka blyat
Kullanıcı avatarı
Deniz Keskin
Yek
Mesajlar: 3
Kayıt: Sal Eki 07, 2025 6:54 pm

Deniz, televizyonun karşısında bira ve sigara eşliğinde film izliyordu. Ekranda, uyuşturucu karteli tarafından ailesi katledilmiş Meksikalı bir CIA ajanını anlatıyordu. Meksika sınırını geçtikten kısa bir süre sonra karakterin aracı mermi yağmuruna tutuldu. O sırada Deniz’in telefonuna bir mesaj geldi. Göz ucuyla baktıktan sonra elindeki sigarasını son kez dudaklarına götürüp derince içine çekti; izmariti dolu kül tablasındaki ölü kardeşlerinin yanına bıraktı. Birasını bardağın içinde hafifçe çevirdikten sonra tek dikişte bitirdi.

Çantasına; cüzdan, telefon, kulaklık, içinde üç dal sigara ile beraber zippo çakmağının bulunduğu paketi ve hepsinden önemlisi küçük bir poşette kedi mamasını ekledi. Ardından üstünü değiştirmek için odasına geçti. Üzerine Guns N’ Roses grubunun siyah tişörtünü geçirdiği sırada, yatağının yanında duran tozlu komodinin üzerindeki fotoğrafa yansıyan ay ışığıyla birlikte gözü daldı. Derince iç çekti. Çantasına koyduğu paketten bir sigara alıp yakarak elinde fotoğrafla beraber yatağa oturdu. Parmakları fotoğrafın üzerinde usulca dolaştırdıktan sonra geri yerine koydu. Yarısını içtiği sigarayı yatağının kenarındaki kül tablasına bırakıp kalktı.

Baggy kotunu beline çekti; bileğine birkaç bileklik, boynuna zincir kolyesini takıp odasından çıktı. Vestiyerde asılı duran deri ceketini üzerine geçirip pantolonunun paçasını postallarına sıkıştırdı, eldivenlerini giyip kapıyı arkasından çekip çıktı.

Kulaklığını takıp motoruna bindi. Dinleyeceği şarkıyı seçmek için bir süre gezindi. Zor da olsa kararını vermişti: “Cem Köksal – Aşkına Elveda.” Bu şarkıyı çok sık dinlemezdi ama birkaç gündür diline dolanmıştı. Motorun ayak marşına bastı; çıkan gürültüyle bütün mahalleliyi uykusundan uyandıracak şekilde kükredi. Ayaklığı kaldırıp yola koyuldu.

Gökyüzündeki bulutlar, birbirleriyle dans ederek yeryüzüne doğru düşüp arkalarında pus bırakıyordu. Kapalı, sisli, gri havaları severdi Deniz. Böyle havalarda yalnızlık, ona acı değil huzur verirdi. Rüzgâr yüzüne vuruyor, kaskını takmadığı için içten içe kendine söyleniyordu. şeritleri yutup giderken şarkıya eşlik ediyordu:
“Yüreğimdeki tüm çizgiler, yitip giden inancım için.”

Motorun ibresi şarkıyla eş ilerliyordu; aynı anda yükselip aynı anda düşüyordu. Kornalar arasında kıvrılarak ilerliyor, aralıklardan süzülürken hızını kesmemeye çalışıyordu. Ama sonunda kırmızı ışığa yakalandı. Karşıdan gelen arabalar biraz kalabalıktı; onlardan önce geçmeye hızı yetmezdi; acele etmenin anlamı yoktu.
“Aşkına elveda, donuk gözlerin benden uzakta.”

Kafasını kaldırıp bulutların yön değiştirişini izledi. Arkasından yükselen korna sesiyle irkilip yoluna devam etti.

Polis araçlarının mavi kırmızı ışıkları uzaktan titreyerek gökyüzünü boyamaya başlamıştı olay yerine yaklaştığını anladı. Motorunu ara sokaklardan birine park etti. İyice esnedikten sonra motorundan atlayıp etrafa göz gezdirdi; Ortalık sakin görünüyordu. Hızlı adımlarla olay yerine doğru yürüdü. Tanıdık simaların arasında Leon’u fark ettikten sonra yanına geçip kafasıyla selam vererek kaldırıma oturdu. Çantasından çıkardığı sigara paketindeki iki daldan birini ağzıyla aldı, diğerini Leon’a uzattı...
Kullanıcı avatarı
Leon Mavrokordatos
Yek
Mesajlar: 7
Kayıt: Cmt Eki 18, 2025 7:23 pm

Alkan, Svetlena ve Deniz olay yerine birer birer vardılar. İşte Leon'un ekibinin direkleri, bu en zorlu ve mukaddes görevde ona eşlik edecek, sonsuz ömrünü tehlikeye atacak olanlar onlardı. Onlara derin bir saygı duyuyordu, zira onlara en başından beri dürüst olmuştu. Hem tehlikelerin, hem de Leon'un gururla taşıdığı prangaların farkındaydılar. Buna rağmen yanında olmayı seçmişlerdi. Leon bir askerdi ve bir asker ancak sırtını güvene aldığında karşısındakilerle yüzleşecek cesareti bulabilirdi. Trabzondaki, bir insan olarak son gününü düşündü. Sırtını dostlarına dayamıştı. Nico, Kıbrıslı, Laurentius, Placidus... Çocukluk arkadaşları. O gün sırt sırta vermişlerdi o acımasız orduya karşı. Kiliseler yakılırken, rahipler kılıçtan geçirilir ve rahibelere ne olduğunu ancak tanrı bilirken, amansızca savaşıp, birer birer düşmüşlerdi çamura, kana ve ölümün tatlı uykusuna. Hayal kırıklığıyla dolu da olsa gururla ölmüştü Leon, son adamına kadar savaşmış olmanın omzu dikliğiyle. Düşman ordusunu attıkları her adım için keserek, kanatarak. Leon arkadaşlarından daha fazla hayatta kalmıştı o gece. Hatırlıyordu. Bir anlığına sendelediğinde ölebilirdi çok farklı bir yerde, cesedi başka cesetlerin altında, derin bir sonsuzluğa hapsolabilirdi. Fakat Nico'nun mızrağı Leon'un üstüne atılan adama saplandı. Nico ancak çok uzaktan soylu sayılabilirdi, fakat hepsinden daha iyi bir süvariydi. Mızrağını o kalabalığın ortasında savurdu masallardan çıkmış Achilles gibi. Öldürdüğü Türklerden oluşturduğu bir ceset tepesinin üstünde aldığı sayısız yaraya yenik düşüp öldü. Diğerleri de onu takip ettiler, Placidus'u kulenin pencerelerinden aşağıya fırlattılar, Laurentius'u göğsü oklarla dolu bir halde yerde gördü en son, Kıbrıslının boynundaki açıklığa bir balta saplandı. En sona Leon kalmıştı, gözlerini kapattı. O gün gözlerini kapatan sayısız kahraman arasından, yalnızca Leon'un gözleri yeniden açıldı.

Bu ekip ona eski dostlarını hatırlatıyordu bazı açılardan. Sırtını dayayıp ölüme gidebileceği yeni yüzler! Uzun ömründe başkaları da olmuştu, başkalarını da seçmişti beraber ölmeye, kimisi gerçekten de ölmüş, sonlu ya da sonsuz hayatlarına veda etmişlerdi. Leon hiçbirini unutmadı. Sayısız isim, sayısız dost. Bir askerin talihsiz ömrünün bedeli, yitip gidenlerin isimleri.

Polisler etrafa doluştuğunda ekibini olay yerinden biraz uzaklaştırdı. Orada bulabilecekleri her şeyi çoktan bulmuştu. Polisler onlara pek karışmamaları gerektiğini bilirlerdi, fakat bazen çaylak bir polis memuru ya da buraya yeni atanmış bir amir, sorun çıkartabilirdi. Ekibini rahatça konuşabilecekleri bir yere götürdü. Olay yeri ve polis arabalarının çakarları hala görülebilecek mesafedeydi.

"Evet. Camarilla'nın olağanca gizlilikle yola çıkardığı sipariş kamyonlarımızdan birisi soyuldu. Bu ne anlama geliyor emin değilim. Camarilla bizi oyalayacak bir oyun kurmuş olabilir, fakat bir siparişin teslim edilememesi onların repütasyonu için de iyi olmayacaktır. Eh Svetlena, bu bilgiyi doğru kulaklara yaydığından emin ol. Camarilla'nın sözde gizli bir teslimatı, meğer yeterince gizli değilmiş. Bunu yapan onlarsa da, değilse de, biraz rahatsız olsunlar." Bu işin arkasında onların olduğunu sanmıyordu, yine de gözardı edilemeyecek bir ihtimaldi. Buraya dönüşünden en az memnun olanlar Camarilla oyuncuları olmalıydı, belki de onu tetikte tutmak için düzenlenmiş bir komplo olabilirdi bu.

"Başka kim böyle bir operasyon yürütebilir emin değilim. Camarilla'nın gizli teslimatını nasıl öğrendiler? Hiçbir kameraya yakalanmadan ve neredeyse hiçbir iz bırakmadan bu işi nasıl gerçekleştirdiler? Belli ki amatör işi değil. Kamyon oldukça gelişmiş teknoloji ile üretilmiş çeşitli silahlar, kimyasallar ve ekipmanlarla doluydu. Eh, şu açıdan da bakmakta fayda olsa gerek, bunları kim ister? Konstantinopolis'deki ilk vakanıza hoş geldiniz... Sonuç olarak, bunu yapan her kimse bulmak ve o silahları geri almak zorundayız. Dökülün bakalım aklınızdakileri, bir şey duydunuz mu ya da sizce kimler neden bunu yapmış olabilir?"

Konuşmaları için fırsat verdi. Bir ekip olmanın en güçlü yanlarından biri de bu beyin fırtınasıydı. Kaç yaşında olduğunuz, ne kadar zeki olduğunuz önemsizdi. Yüzlerce ekiple yaptığı yüzlerce konuşma bunu doğruluyordu. Her zihin, problemlerin çözümüne kendince bir katkı sunardı. Onların kendi aralarında tartışmalarına izin verdi ve bir süre çok dahil olmadı, onları bu şekilde izlemek hoşuna gidiyordu. Aralarında profesyonel bir ilişkiden de öte, bir çeşit arkadaşlık ilişkisi vardı.

Konuşma durakladığında elde ettiği bilgileri onlarla paylaştı. Bunları en başında da söyleyebilirdi, fakat böylesi onları daha çok düşünmeye itiyordu ve bundan memnundu. Anahtarlığı cebinden çıkartıp ekibe gösterdi. "Turuncu Marangoz. Artık bu ne anlama geliyorsa, olay mahallinde buldum. Her şeyi böyle ustaca halleden bir ekip için fazla amatör bir hata, dolayısıyla tuzak olma ihtimali yüksek. Adres Ataşehir'de. Svetlana, ekipten birilerine söyle iyice araştırsınlar. Eh anahtarlığın kimin olduğunu da buldum, kendimce yöntemlerle. Talip Erdoğdu. Fakat ismi tanımıyorum. Aurası, anahtarlık üzerinde bıraktığı iz güçlüydü, türümüzden biri olabilir. ikişerli olarak dağılalım, iki kişi adrese gitsin, iki kişi de şu adamı bi bulup biraz terletsin. Nasıl dağılmak istersiniz?" Bu gibi
Kullanıcı avatarı
Svetlana Morozova
Ventrue
Mesajlar: 4
Kayıt: Cum Eki 24, 2025 1:05 pm
İletişim:

Svetlana, sahada ekibiyle ilgilendikten sonra, Alkan, Deniz ve Leon’un halihazırda toplandığı alana doğru ağır adımlarla ilerken delta ekibinin lideri olan Deniz’in, Leon’a uzattığı sigarayı hala elinde tuttuğunu fark etti. Leon’un o an ki kafasının doluluğundan belki de sessizdi de... Deniz’in eli, havada kalmış bir jest gibi öylece asılı durmak yerine geri inince. Svetlana, o tuhaf duraksamayı yakalayınca dudaklarının kenarına kısa ama fark edilir bir gülümseme belirdi. Deniz’in yüzündeki kısa, anlamsız bir kararsızlık ifadesi ise her ne kadar türdaşları ölümsüz olsalar da, duyguların hala onları bir şekilde insan kıldığını düşündü. Belki de, gerçekten de, duygular dediğimiz şey canlıyı “canlı” yapan tek şeydi.

Deniz’in ise elinde öylece kalan o sigara, ona bu türden varlıklar için artık ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu düşündürdü. Svetlana, kendi kendine hafifçe başını eğdi durumun ironisini fark etmişti. Çoğu vampir ne içebilir ne de yiyebilirdi ama yine de insanlar gibi davranmaya devam ederlerdi. Belki insanlık sandıkları kadar kolay silinmiyordu ya da ölümsüzlüklerinin ağırlığı altında ezilmemek için kendilerini kandırıyorlardı ,o eski alışkanlıkların hala onlarda var olduğunu varsayarak. Kim bilir, belki de bu küçük rol yapmalar, onları tamamen canavara dönüşmekten alıkoyan tek şeydi.


Svetlana, yanlarına varınca Leon’u dinlemeye başladı ve Leon konuşurken, kendi kendine konuşur gibi ama aslında Leon’un da duyabileceği bir ses tonuyla mırıldandı.
“Belki de içimizde bir hain var.”
Daha sonra Svetlana, Leon’un ona dikkatini verdiğini gördükten sonra devam etti ve sesini biraz daha netleştirerek,
“Bu tırın nereden geçeceği, hangi saatte yola çıkacağı, hangi güvenlik hattından geçeceği… hepsi sadece belirli birkaç kişinin bilebileceği detaylar... Ve biri bu bilgileri dışarıya sızdırdı. Her şey çok planlı ve temiz. Üstüne hiç iz bırakmamaları, bu kadar temiz bir operasyonun ancak içeriden sızdırılan bilgilerle olabileceği gibi geliyor bana. Kimin sızdırdığını bulmak zaman alacak ama eminim, bu iş sadece dış tehdit değil. İçimizden biri de bu oyunda.”
Leon dönüp ona emirlerini verdiğinde, Svetlana olduğu yerde dik durarak dinledi. Gözleri, kendi ekibi dışında diğer ekiplerin hareketlerine kaydı, herkes bir şeylerle meşguldü ama Svetlana’nın aklı artık bambaşka bir yere odaklanmıştı.

“Elbette, Leon,” dedi. Camarillalara karşı hiçbir çekincesi yoktu ,sonuçta, onlar Svetlana için sadece başka bir güç için savaşan vampir topluluğuydu, kendisine pek bir önem ifade etmiyorlardı. “Bu arada,” diye devam etti, sesinde hafif bir düşüncelilik vardı. “Bu kadar hızlı yapılan bir işin zamanlaması da kusursuza yakın olmalı ki bunu yapabilsinler. Yani uzun süre planlanmış, adım adım hesaplanmış. Beni asıl düşündüren şey şu: biri bizim hamlelerimizi izliyor, tahmin ediyor olmalı...”

Daha sonra kendi kendine “Turuncu Marangoz...” diye mırıldandı, “Böylesine titiz yapılmış bir operasyonun ortasında bu kadar bariz bir iz bırakmak... değil mi Leon?”
Svetlana, bakışlarını Leon’dan ayırıp kendi ekibinin olduğu bölgeye çevirdi ve
“Bu bir hata değil, Leon... Bizi ya oyalamaya ve dikkatimizi dağıtmaya ya da belirli bir noktaya çekmek istiyorlar diye düşünüyorum.” dedi ve
Leon'un söylediklerini çalışan ekip üyelerini izleyerek dinledi.


Svetlana daha sonra Leon’a doğru vücudunu döndürüp, “Alfa ekibi bana uyar, hem de işime yarar,” dedi, ardından başıyla Alkan’ı işaret etti. “Alkan’la birlikte hareket ederiz. Benim ekibim Talip Erdoğdu’nun kim ve ne olduğunu araştırır, Alkan’ın ekibiyle de bu adamı yakalatıp tekrar kendimiz sorguya çekeriz.”

dedi ve bir an duraksadı, gözleri Alkan’a kayarak, Alkan'a doğru adımla yöneldi ve tam yanına vardı
“Alkan'da isterse tabii.”
dedi ve hareketlerinden sonra dudaklarının kenarında beliren tebessüm, sonra bir anda silindi. Ve Svetlana bakışlarını Leon’a çevirerek yüzünde onaylamaya dair bir işaret aradı...
vodka vodka cyka blyat
Cevapla
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir