İnanmışım, Kaybetmek Esrarıdır Olmanın

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ozan
Mesajlar: 11
Kayıt: Cmt Eki 11, 2025 10:46 pm

"Yırtasım var hafız dünyayı ikiye
Ne İskender'in denizleri
Ne Nuh'un gemisi kalacak geriye."

Erciyes Dağından bir rüzgar yükseldi.



Dağın yüksek bir noktasındaki avcı kulübesininin ortasında dört adam dikiliyordu. Yüzleri görünmeyecek şekilde kapüşonlarıyla örtülüydü. Toplantı sona ermek üzereydi, karar verilmişti. "Seçildi." dedi diğerlerinden açıkça daha kısa olanı ve bir diğeri karşılık verdi. "Öyleyse taç yola çıksın." Üçüncüsü bir adım öne çıkıp cübbesinin ceplerinden soluk renkli, metalden bir anahtar çıkartıp uzattı. Bir zamanlar güzel bir anahtardı belki de, işlemeleri özenliydi, fakat bakımsız kalmıştı. Dördüncü adam anahtarı aldı ve iç ceplerinden birine sıkıştırdı. "Sönmeyen Ateş'i Dersaadet'e ulaştıracağım." Anahtarı uzatan adam konuşana sarılıp sırtına sertçe vurdu. "Gazan mübarek olsun." Geriye çekildi, ellerini açıp gözlerini tavana doğru kaldırıp fısıltılarla dua etmeye başladı. Diğerleri de ona katıldılar.

Kader, esrarengiz bir şekilde çalışır. Kaderin iplikleri zamanın dokusunda uzar, gerilir, düğümlenir, yahut kopar. Ölümlülerle ölümsüzlerin ağları bu dokuya karışır. Geçmiş, şimdi ve gelecek bu dokunun üzerindeki desenlerdir. Yüzyıllardır gerilen ipliklerin bazıları bugün burada, bu kulübede koptu. Dağılan parçalar başkalarına dolandı, birleşti, karıştı. Burada parçalanan ipliklerden açığa çıkan gerilim, dokundukları her şeyi titretti. Zira var olan enerji yok edilemez. Ancak başka bir yerde kullanılabilir. İşte buradan boşalan enerji, geleceğin deseninde engellenemez ve inkar edilemez değişiklikler doğuracaktı.


Erciyes Dağındaki rüzgara bir dua karıştı ve onu Batı'ya itti.


Bu rüzgar bir ilk değildi. Kahire'de, Bağdat'ta, Tunus'ta, ve hatta Londra'da ve Seattle'da olağanüstü olaylar gerçekleşmekteydi. Tozlanmış tabutların kapakları açılıyor, bir zamanlar efsanelerde olanlar artık aramızda yürüyordu. Gençler her zamankinden de cesurdu. Son yıllarda şehir mazgalları kana doymuştu. Bütün bu olağanüstülüğün ortasında, işaretleri okumayı bilenlerin farkında olduğu daha büyük bir olağanüstülük mıh gibi saplanmıştı geceye. Bütün rüzgarlar eninde sonunda İstanbul'a akıyordu.


Rüzgar Marmara Denizinden İstanbul'a doğru esti. Bu bir başlangıçtı.


Balkonundan şehri izleyen bir adam irkildi. Kemikleri diğer herkesten çok kış görmüştü. Bu kışın hepsinden de sert geçeceğini hemen anladı. Mektubuna yüzüğünün mührünü akıttı. Bu rüzgarı doğuran zaten oydu. Bir kadın Belgrad Ormanının insanların nadiren girdiği köşelerinden birinde rüzgarı kokladı. Vahşi hayvanlara özgü bir yöntemle gelenin yalnızca kış değil, karanlıktan da büyük bir karanlık olduğunu anladı. Gelmekte olanı engellemek ya da karşısında durmak mümkün değildi. Bilge kadın biliyordu, karanlık yalnızca tecrübe edilebilir, gecenin yalnızca içinden geçilebilirdi.


bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir bakın ordum akıp gidecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

Rüzgar birkaç gün İstanbul'un labirentimsi sokaklarında döndü dolaştı. Sırtına martıları bindirdi, deniz kenarındaki sağlam kayaları ıslattı, kız kulesini koynuna aldı. Yalıların camlarından sızdı içeriye. Kadınların saçlarını dağıttı. Sigaralar içti ve cam kırıklarını savurdu. Bir adamı öldürdü. İstanbul'un ölümlüleri birkaç gece kabuslara boğuldu.


Rüzgar Üsküdar'ın denize bakan bayırlarının birinden yukarıya doğru esti.


Jin-Ho huzurlu gece yürüyüşünde birinin önüne çıkıp onu bölmesini beklemiyordu. Tesadüfler yakıtıydı kaderin, fakat bu bir tesadüf değildi. Tetikteydi, her şeye hazırlıklıydı. Tehlikeli adamların alışkanlıkları. Fakat sahnenin tonu, önünü kesen adamın tek dizi üstüne çöküp başını eğmesiyle değişti. Takım elbiseli, kravatlı bir adamdı bu. Şıktan ziyade, korkutucu durmasını sağlayan sol yanağını boydan boya kesmiş bir çizikti. Ürkütücü bir adam. "Ben Bilal. Size bir hediye, ortak bir dostumuzdan selam ve şahsımı sunmaya geldim. Kanım da, ölümsüz gecelerimin kalanı da Allah'ın izniyle sizindir." Bir an duraksadı, yüzünü yerden kaldırıp Jin-Ho'ya baktı ve ortak dostlarının selamını iletti.

"İnanmışım, kaybetmek esrarıdır olmanın."


Rüzgar iki adamın etrafında son dansını sergiledi ve gücünü kaybedip geceye karıştı.
Kullanıcı avatarı
Jin-ho Argyros
Tremere
Mesajlar: 7
Kayıt: Pzr Eki 19, 2025 2:12 pm


Geceye çöken nem ve sis tenini ıslatırken, kulaklıklarından gelen cılız müzik sesi ıssız sokaklarda belli belirsiz yankılanıyordu. Sözleri yoktu, ona ruh halini anımsatan bir dizi nota gibi kafasında döndü durdu; tam da bu yüzden güzeldi.


Cengo, kendini bir uçurumun kenarında hissediyordu. Yüzyılları bulan bu nefretin her geçen gün ivme kazanarak eyleme döndüğünü, gerilimin iyice arttığı bu dönemleri, tatsız bir sarhoşluk gibi uyuşmaya başlamış bedenini, boğazının gerisinde sıkışan bir lokma misali aklında dönüp duranları biliyordu. Geliyordu gelmekte olan. Her şeyin sonsuza kadar değişmesine ramak kalmıştı; sadece doğru koşulları takip etmeye bakardı.
İçtiğin suyu sonsuz sanma; bir sıcak güne bakar.
Sanma ki sözünün üstüne söz yoktur; bir kamış bin nesli döver.
Erbabına edep diye tuttuğun altındır deme; bir mazlumun hayatı kayışa bağlıdır.
Yoldan sapılmaz sanma, bir güzele bin cellat buyurur.
Yokuşa varana hizmet eyle, arza vuslat umma; bin çakıl bir taştan büyüktür.
Cango aklından birkaç dize geçerken az ötesinde beliren bir adamı henüz gördü. Tanıdık biri değildi; bunun kendi de bilincinde olduğundandır herhal ki hemen söze girdi. Kendine ortak bir dosttan selam, bir hediye ve sonsuz hizmetini bir ömür buyurdu; Cengo tatsız bir şeyler diyecek veya yapacak oldu ki sonraki cümlesiyle durdu. "İnanmışım, kaybetmek esrarıdır olmanın."

Yabancılara pek güvenilmezdi; güvenmeyi de hiç düşünmemişti. Bin ölü dostu bir diri düşmanı çemberine almaktan fazla tercih ederdi. Yine de bu cümle ona birini anımsattı. Evet, evet, bir tek o biliyor olmalıydı. Ortak dostun kim olduğunu şimdi iyi anlamıştı. Sakince ilerledi adamın yanından ve sakin bir sesle arkasından seslendi; "Takip et, daha rahat bir yerde konuşalım." Dedi.

Yol ayaklarının altında büküldükçe büküldü, gecenin soğuğu ayaza saatler kala bir daha belirginleşmişti. Üsküdar her daim kaldığı bir yer değildi; ama burada kendine ait bir apartman dairesi vardı. Apartmanın diğer sakinlerini de hayatında birkaç sefer ya görmüş ya görmemişti; bu şehrin iyi yanlarından biri de herkesin pek yoğun olmasıydı. Yarım saat kadar sessizce yürüdüler. Nihayet eve vardıklarında Cengo adamı içeriye dave etti ve nispeten sade kalmış salonunda ağırladı. "Eh, anlat bakalım hangi rüzgar seni atmış buralara." Dedi.
En son Jin-ho Argyros tarafından Pzt Eki 27, 2025 8:05 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Ozan
Mesajlar: 11
Kayıt: Cmt Eki 11, 2025 10:46 pm

Adam aldığı ilk emri başıyla onaylayıp takip etti. Yüzü, yarasının ihtiva ettikleri dışında ifadesizdi. Adımlarında doğal olmayan bir denge ve tetiktelik hali vardı. Dikkatli bir göz kolayca onun Haqim'in çocuklarından biri olduğunu söyleyebilirdi. Yalnızca üstün bir güce olan inançla ve yılların getirdiği kendine güvenle elde edilebilen, doğunun insanlarına özgü o huşu ile dolu huzur, adamın her zerresine sirayet etmişti ve o da bunu gururla sergiliyordu.

Yarım saatlik sessiz yürüyüşün ardından bir apartmana girdiler. Adamın adımları merdivenlerde çıt dahi çıkartmadı. Apartman sakinlerinden biri tesadüf eseri uyanık olsa, çöp çıkartmak maksatlı kapısını açsa ve hatta adam onun karşısından dahi geçse, varlığı açığa çıkmazdı. Gizliliğe olan meyli yetiştiği geleneğin katı kurallarının eseriydi. Onun geldiği yerde, yanlış bir göze görünmek, yanlış bir kulağa duyulmak, kati bir ölümle sonuçlanırdı.

Sade bir salona geçtiklerinde oturmak yerine ayakta dikildi. "Eh, anlat bakalım hangi rüzgar seni atmış buralara." İç ceplerinin birinden kendisine verilen emaneti, o eski püskü gözüken anahtarı çıkarttı. Jin-Ho'nun önünde yavaşça, saygıyla eğilip tekrardan tek dizinin üzerine çöktü ve iki elinin avucuna anahtarı koyarak uzattı.

"Bilge kişilerle kendi kudretini içinde taşıyan takvimler, Dersaadet için Kurtuluş Vaktini buyurdular. Siz beyim, ona Kurtuluşunu vermek üzere seçildiniz. Kehanetler, kan der, cenk der, kargaşa ve felaket der! Her şafak, derin karanlıklardan doğar. Size düşen o derin karanlık olmak! Yöntemlerinizse sizindir."

Kısa bir duraklama oldu. Çağların deseni için ne önemli bir an. Görev açıklanmıştı işte böylece ve geri alınamaz bir adım atılmıştı. Tek dizi üstündeki adam sırf bunu açıklamış olmanın ağırlığı altında bile eziliyormuş gibi hissediyordu. Kendisini karşısındaki adamın yerine koyamadı, onun ruh halini, onun sorumluluğunu, onun elinde tuttuğu gücü anlamak mümkün değildi. Öylece dururken adama duyduğu saygı katlandı. Bu eski püskü anahtar, çözülmemiş bir diğer gizem olarak avuçlarının içerisinde duruyordu.

"Dostlarınız, isteklerinizi emir buyurur. Artık, kıblemiz siz kılınmıştır. Bu anahtar size hediye edilmiştir. Eğer olmazsa teşbihte hata, Pandoranın Kutusunu açmaya yarar. Bu kadim şehre karışmış, birbirinden habersiz üç hücre. Kalabalık, organize, bu iş için hazırlanmış ve bu amaç için sonsuz ömrünü arkada bırakmaya hazır. Sırf hayatta kaldığı için kendini başarısız sayacak üç hücre! Teşkilatımızın en büyük hazinesi. Artık sizindir."

Konuşmaya devam etmek için adamın anahtarı almak üzre hamle etmesini bekledi. "Ve ben, naçizane kulunuz Bilal. Bu hücrelerden birinin ustası, ve sahibi. Mazenderan'da doğmuş, Alamut'ta yetişmiş, sınavını üç kez vermiş olan. Ferhad'ın sağ kolu." Anahtar alındıktan sonra yavaşça ayağa kalkıp doğruldu. Sol elini yıllardır atmayan kalbinin üstüne götürdü. "Yolum yolunuzdur. Bedenim, kanım ve sonsuz ömrüm sizindir. Emir verin, ol deyin ve olsun!"

Cevapla
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir