Başlangıç Konumu: Beşiktaş / "Orion Kütüphanesi" adlı bir mesken
Oyuncular: Ege Karaman -
On dört bin yıl gezdim pervanelikte
Sıdkı ismin duydum divanelikte
İçtim şarap'ın mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum
Kırkların ceminde
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar dost dara düş oldum
Güruh-i Naci'ye özümü kattım
Âdem sıfatında çok geldim gittim
Bülbül oldum firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için zâra düş oldum
Bir zaman gül için
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar dost zara düş oldum
Eski plağı yerleştirip sakince kitaplarının tozunu alırken, Ege kafasını kişisel gelişim kitaplarının olduğu yöne çevirdi. Kendi elleriyle hayat verdiği ve son 5 yıldır hizmetinde olan homunculus Albey artık daha da meraklı bir şekilde ihsan olmanın, mutlu hayat yaşamanın yollarını aramaktaydı. Beyinin ona sönmeye yüz tutmuş fakat soğuk bir kış gününde sıcaklığının muhtaçlığını çektiğimiz o şömine ateşi gibi iç ısıtan gülümsemesine karşın dudaklarını araladı.
“ Suretime hangi mânâyı doldurayım: hatıra mı, hata mı, yoksa hizmetin sessiz sebatını mı?” ardından elinde modern yazarlardan birisinin kitabını alıp sayfaları karıştırmaya başladı.
Ege başını sola eğerek meraklı bir şekilde ağır adımlarla Albey’e yaklaşırken gölgesi hala daha rafları temizliyordu. Günlük rutiniydi…
Dudaklarını araladığında ise Cumhuriyet Dönemi edebiyatı ve İngiliz terbiyesinin harmanlandığı o eşsiz diksiyonunu konuşturdu.
“ Suretin boş bir kap değil, terbiye bekleyen bir cevherdir; mânâyı üç sacayağıyla kur: hatıra yönünü tayin eder, hata vicdanını uyandırır, hizmet karakterini çiviler. Tertip şudur: önce bir söz edin, o söz uğruna çalış, yaptığın hatayı gizleme, ıslah et, hakikati hafızaya kaydet; kör itaate düşme, iradeni muhafaza ederek hizmet et. Bil ki hatıra bedeli ödenmemişse süstür, hata itiraf edilmemişse zehirdir, hizmet akılla ve merhametle yapılmamışsa esarettir. İnsan olmanın ölçüsü, hesap verebilir bir sebat, düzeltilmiş bir hata ve bedeli ödenmiş bir hatıradır; her günün kör anını yakala, seçimini onunla mühürle.”
Sükunet kapladı bütün kütüphanenin içini. Albey ismi gibi al yanakları ve beyfendi duruşu ile kafasını iki kez yana salladı önce, beyinin verdiği cevaba şaşırmış olacaktı ki derin bir nefes alıp etrafına bakındı. Diğer soydaşların hizmetkarlarıyla tanışmıştı bu kısacacık ömründe. Onlar efendileri ile böyle derin sohbetlere girmiyormuş meğerse. Albey bu sefer başıyla onaylayıp aynı efendisinin sıcak gülümsemesi ile dudaklarının mühürünü bir kez daha açtı.
“ Beş senelik ömrüm kayda girdi; lâkin ruhum defterhâneye kabul olundu mu?”
Merakla çıkarıvermişti ağzından, Ege’nin stoik ifadesi bozuldu, hizmetkarı onu da şaşırttı en sonunda, en mükemmeli yaratma gayesi belki de insan olduğu dönemde inandığı inancın doğrultusunda şirk sayılan ürünü meyve vermeye başladığını hissetti.
“ Bilinmezlik içimi sıkar, endişem baki; fakat sualinin dirayetiyle iftihar ederim, zira iyi hizmet muğlakta doğru soruyu tutabilmektir.” ardından dudaklarının birbirine bastırdıktan sonra, göğsü sanki ademoğlu olduğu dönemlere bir nostalji gibi yukarı aşağı hareket etti. “ Tecrübem odur ki sualler çoğu kez birden çok cevaba açılır; asıl kıymet cevaptan ziyade sualin kendisindedir.” diyerek elini Albey’in omzuna koyup bir kez bir baba edasıyla sıktıktan sonra başıyla onaylayıp kütüphanenin kapısına doğru gitti, kapalı ibaresini ters çevirip konakladığı ve üniversite öğrencilerinin uçsuz bucaksız araştırmalarına destek olduğu kütüphanesini alacakaranlığa bir kez daha açtı.


