1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

İstanbul 101

Gönderilme zamanı: Cum Eki 10, 2025 12:12 pm
gönderen Derufin
İstanbul'la alakalı pek çok bilgiye ulaşabileceğiniz "Constantinople by Night" "Beckett's Jyhad Diary" kitaplarından ilham alınmış olsa da, buradaki pek çok bilgi onlarla çakışabilir. Bu kitapların canona dahil olmadığını tekrar hatırlatmak isterim, iyi okumalar!
İstanbul



“Doğa burasını dünyanın başkenti olmak için yaratmışa benziyor.”

Alphonse de Lamartine

İstanbul iki kıtadaki varlığı, ortasından geçen Boğazı ve Haliç’i ile; güzel kokan kendine has çiçekleri ve şakıyan çeşit çeşit kuşlarıyla dünyanın en güzel doğal harikalarından biridir. Binlerce yıldır insanlar onun büyüsüne kapılmakta, şehri Ayasofya gibi şaheserlerle süslemektedirler. İstanbul, hakkında en çok şiir yazılmış, en çok şarkı söylenmiş şehirdir. Bugün hala dünyanın her yerinden ölümlüler ve ölümsüzler ona akın akın, gezmek, tecrübe etmek, onu yenmek ya da onu yaşamak amacıyla gelip dururlar. Bugün hala, Dünya’nın en büyük, en güzel ve en kalabalık şehirlerindendir.

İstanbul’un güzelliği çok boyutluludur. Bütün o doğal güzelliklerinin yanında Doğu ve Batı arasındaki özgün konumu onu emsalsiz kılar. O sayısız medeniyetin, dinin ve kültürün ortasındadır. Yunanlar ve Büyük İskender’in Helenistik kültürü şehri ilk günlerinden itibaren etkisi altına almıştır. Farslar, Araplar, Latinler ve hatta Vikingler şehre gelmiş, şehri kuşatmış, ona izlerini bırakmış ya da onun içinde yaşamışlardır.

Sayısız kuşatmanın şehre zarar verdiği su götürmez bir gerçektir. Her gelen şehrin hazinelerini arzular ve alabildiğini alıp kendisine katar. Fakat hiçbir zaman gelenler yalnızca zarar vermez, her seferinde ona kendinden bir şeyler de katarlar. Kimininkisi aldığını karşılar, kimininkisi karşılamaz… Kimisi bir duvara ismini kazır, kimisi öldüğü yere türbesini bırakır.

Bizans zamanında şehrin yalnızca Yunanlıların, Osmanlı zamanında yalnızca Türklerin olduğu fikri oldukça yanlıştır. Şehir, her dönemde farklı gruplara ev sahipliği yapar ve şehrin dokusu bu grupların bir aradalığından oldukça etkilenir. İstanbul her dönem kozmopolit bir yapıda olmuştur. Cenevizli ve Venedikliler şehre Bizans döneminde gelirler mesela. Osmanlılar İstanbul’u güzelleştirirken sadece Sinan gibi Türk veya müslüman mimarlarla değil, Serkis (Beylerbeyi ve Çırağan Sarayları), Nigokos Ağa (Ortaköy Camii), Garabet (Dolmabahçe Camii), Balyanlar gibi İngiliz Ermenileri ile İsviçreli Fossati, Fransız Valloury, Alman Jachmund (Sirkeci Garı), Otto Ritter ve Helmuth Cuno (Haydarpaşa Garı), İtalyan Montrani (Aksaray-Pertevniyal Camii) ve Raimando d’Aranco (Şeyh Zafir Külliyesi) gibi Avrupalı mimarlardan da faydalanmışlardır. İstanbul ayrıca Şah Sultan Külliyesi, Haseki Külliyesi, Mihrimah Sultan Camiisi, Atik Valide Külliyesi, Dolmabahçe Camii, Aksaray Camii gibi eserlerle en çok kadın eli değen şehirlerden de biridir. (Haluk Dursun, İstanbul’da Yaşama Sanatı)

“Orada durduğunuzda tüm Konstantinapol’ün bir saat içerisinde geçtiğini görebilirsiniz… Rum, Türk ve Ermeni kalabalığın içinde at üzerinde ilerleyen devasa bir haremağası “Vardah!” (Yol açın) diye bağırır, hemen arkasında haremin bayanlarını taşıyan çiçekler ve kuşlarla bezeli fayton onu izlemektedir…

Yaya Müslüman kadın, peçeli kadın köle, uzun dalgalı saçlarının üstünde kırmızı şapkasıyla bir Rum kadını, siyah feracesine gizlenmiş bir Maltalı, milletinin antik giysileri içinde bir Yahudi, alacalı Kahire şalına sarınmış bir Arap kadını, Trabzonlu Ermeni bir kadın, hepsi siyah peçeli -bir cenaze görüntüsü; bunlar ve daha pek çoğu dünyanın çeşitli milletlerinin giysilerini sergilemek için bir tören alayı varmışçasına birbirini takip eder… Aynı giysileri giymiş iki kişi yoktur. Bazıları şalla sarmalanmış, bazıları bandanayla örtülmüş, yabaniler gibi donanmış -soytarı kıyafeti gibi çizgili ya da alacalı gömlek ve fanilalar; kimi belden koltuk altına uzanan silahlarla kabarmış kemerler; Memluk pantolonları, golf pantolonları, tunikler, togalar, yerlere sürünen uzun cüppeler, kakımla süslenmiş pelerinler, altınla kaplanmış yelekler, kısa kollar ve şalvarlar, keşiş giysileri ve tiyatro kostümleri, erkekleri kadın gibi giyinmiş, kadınları erkek gibi gözükmekte ve köylüler prens havalarında.”

1896

Dünya’nın farklı farklı yerlerinden, kimisi 15. Yüzyıl’da İspanya’dan gelmiş, kimisi İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan gelmiş Yahudiler, Arap İstilaları döneminde ilk kez varlıkları görülen zamanla şehrin hakimi haline gelmiş Müslümanlar, Bizans döneminden ya da Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya gibi ülkelerden gelen Levanten Hristiyanlar... İstanbul kendisine verilen bütün zararlara ve yapılan bütün yanlışlara rağmen bugün hala, herkesin bir arada yaşayabildiği bir şehir, bir kültür mozaiğidir. Şehrin bütün katmanları üst üste biner ve günümüzün kaotik, ve kalabalık İstanbul’unu oluşturur.

Bugün İstanbul’da yirmi milyon ölümlünün nefesi şehrin havasına karışır. Neon ışıkların vurduğu cam kulelerin gölgesi asırlık taş hanların yosunlu duvarlarına düşer. Onun hemen yanında kilise, cami ve sinagogların duvarları birbirine değer. Egzoz dumanına keskin bir baharat kokusu karışır ve zaman zaman yerini Haliç’in tuzlu kokusuna bırakır. İstanbul bütün duyularınıza bir saldırıdır.

Tarihi
Gecenin İstanbul’u
Modern Geceler
Logos
İstanbul Ahdi
Bazı Terimler